ek$i Bursa: Bir Belgrad Hatırası (OUTRO)




    Sonunda Belgrad’ın bir köşe barında buluştuğumuzda, soğuk kalbimizi donduracak kadar şiddetliydi. Belgrad’a inişimiz, sonbaharın bittiği, karanlığın ve soğuk rüzgarların kışa dönüştüğü bir zamana denk gelmişti.

 Şehir, sanki bir Sovyet filmindeki karlı köylerden fırlamış gibi, eski bir melankoli ve yalnızlık hissiyle kaplıydı. Belgrad’ın hareketli gece hayatında, restoranlar ve barlar arasında bir müddet kaybolduktan sonra kiraladığımız daireye vardık. 

    Yüksek katlı apartmanımızın pencereleri buz tutmuştu; dışarıda kar, tüm kenti sessizliğe büründürürken, içeride içki şişeleri, sigara dumanı ve karanlık köşelerdeki kahkahalar, bir tür huzur arayışını temsil ediyordu. Belgrad’ın soğuklarına meydan okuyan bu gece, bizim için yalnızca bir içki ve sohbet değil, aynı zamanda hayatın tuhaflıklarıyla dolu, unutulmaz bir deneyim haline gelecekti. İçki şişeleri ve sigara dumanı arasında geçen zaman, adeta bir Miller öyküsü gibi, gerçeklikten uzaklaşıp, kendi gerçekliğimizin bir parçası haline geliyordu. 

Sıtkı’nın alkolle birlikte dağıttığı politik teoriler, Shirakahn’ın gurme seçkileri ve Simpleks’in Alaman ciddiyetiyle yaptığı porno şakalarla birleşiyordu. 

    Belgrad’ın derinliklerine gömülmüş bu yüksek katlı apartmanda, kar ve soğuk havanın keskinliği iç mekanın karanlığına karışırken, tüm karakterler kendi çapında birer felsefi roman yazıyor gibiydi. 

Sıtkı, bir içki şişesinin etrafında dönerek, kelime oyunlarıyla geceyi bir edebi eser haline getiriyordu. Her sigara dumanı ve içki yudumu, ona göre birer politik ve ideolojik mesaj taşıyordu. 

“Burası, bir zamanlar sosyalist bir memurun ofisine benzemiyor mu? Gözlerim, Tito’nun portresini hayal ediyor. Ama ne yazık ki Tito’nun portresi de, bu şehrin ruhunu yitirdiği kadar eski. Belgrad, işte bu. Yaşlanmış bir sosyalist memur gibi” dedi dumanlı bir nefes alarak. “Geçmişin gölgeleri arasında kaybolmuş bir şehir. Ne yaparsan yap, geçmişin laneti seni bulur. Burası, her köşe başında Tito’nun hayaletlerinin dolaştığı bir yer." diyerek serzenişine devam etti. "Her içki şişesi bir devrim,” diyordu, dumanlı bir öfkeyle. “Burada her şey bir manifesto. İçki, sigara, kış… Hepsi birer ideoloji. Belgrad, bir tür politik tiyatro sahnesi gibi." İçkisini yudumlarken, Belgrad’ın çürümüş geçmişine dair mırıldanmada sona geldi.

“Arkadaşlar, Sırbistan’da sosyal eşitsizlik konusunda ne kadar ilerleme kaydedildiğini düşündünüz mü? Bu ülkede, kapitalizmin etkileri, özellikle bizim gibi entelektüeller için pek de yabancı değil.” diyerek sustu. Gözlerini uzaklara dikip sigarasının dumanıyla havada süzülen halkalar yaptı. Usulca fularını düzeltti.

    Sıtkı’nın bu geceyi edebi bir deneyime dönüştürmesi, sadece kelimelerle sınırlı kalmıyordu; içki şişeleriyle de birer manifesto metin oluşturuyordu. O, bu kış gecesinde, soğuk ve karanlık arasında ideolojik bir diyalog kuruyor, her cümlesi bir tür edebi devrim anlamına geliyordu. O ki, ideallerinin peşinde bir gezgin gibi görünüyordu. O, sol görüşleriyle ünlü, yelken sevgisiyle tanınan, hayatını her daim kelime oyunlarıyla renklendiren bir adamdı.

Sol ideolojisinin sıcaklığını içkinin soğukluğu ile dengeliyordu. İçki şişeleri arasındaki sosyalist görüşleri, kışın sertliği kadar belirgin ve dikkat çekiciydi. “Şu soğukta,” dedi, “Kışın keyfini çıkarırken, ideolojinin de bir anlamı olmalı. Burada ideolojiler de ısınmalı,” dedi, mizahi bir tavırla. Bir yudum viski aldı ve devam etti, “Her bir içki şişesi, dünyanın dertlerine karşı bir direniş sembolü. Sınıf farkları bu soğukta eriyip gidiyor işte!”

    Entelektüel derinliği ve politik duruşuyla dikkat çeken bir karakterdi ne de olsa. Siyasal islamcıları eleştiren bir sol ideologdu! Ne eleştiriydi hem de. Yıllar sonra bile çeviremeyeceği kazın yanışına hala seyirci kalması bile ona yetmiyordu. Bu, onun kendini sürekli bir eleştiri ve yenilik arayışında bulmasına yol açan gizemli tarafıydı. Sıtkı’nın yetmez ama evet solculuğu ve edebi yeteneği ortamda bir tür sanat formunda ışıldıyordu. Sıtkı için 'gerçek bir sosyalist' tavrını bu kadar iyi yansıtmak ancak böyle bir gecede mümkündü. “Soğuk kış gecelerinde, entelektüel bir tartışma yapmanın en iyi yolunun, bir şişe rakı ve eski Yugoslav filmleri olduğunu biliyor muydunuz?” dedi. 

    Sıtkı’nın gözleri, geçmişin ve alkolün bulanıklığında kaybolmuştu. Drug & drink kafasına bağlamıştı.  Çizgi romanlardan ve sinemadan bildiği kahramanlar, bu şehirdeki eski devrimcilerle birleşiyordu. “Zagor Tenay’i düşünmek bile burada bir başka tat veriyor." sayıklaması belli belirsiz duyuldu.


    Sıtkı'nın bu cool sözleri beni geçmişe götürüvermişti. Bizita Q hakkındaki lafları hala hafızamda duruyordu. "Bizim töremize Aydemir Akbaş mı uyuyor ha? Kafası hariç 20 mi uyuyor? Fırçana bayıldım boyacı mı uyuyor? Porno gerçektir sevgili dostum. Porno gerçektir. Onu delikanlı gibi bağrımıza basalım. Töre möre diye kıvırtmayalım. Böyle sanatsal filmlere, ancuk penceresinden, zik vizyonundan bakmayalım. Dur ezan okunuyor!" diyen de biri nasıl oldu da böyle kültürel devinime özne olmuştu? Yaşlanmıştı belli. Yaşlanınca plak başa sarardı. 

    Shirakahn (Erdir), köşedeki şarap şişesiyle bir kraliyet töreni düzenliyormuş gibi görünüyordu. Elindeki şarap kadehi, ona göre bir taç gibi parlıyordu. “Kral Charles’ın elini öpme hakkını kazandığım o günlerden, Belgrad’ın bu soğuk gecelerine alışmak zorunda kalmak garip bir paradoks,” dedi. 

"Belki de kralın elini öpmek, bu donmuş şehri anlamak için yeterli olabilir." Hemen ardından küçük bir kahkaha patlattı. “Bu gece, Matrix’teki gibi hissetmek istiyorum,” diyerek devam etti. “Belgrad, adeta bir kraliyet anlatısı gibi. Şarapla karışan düşünceler arasında, soğuk havayı bir tür mitolojiye dönüştürmek istiyorum.” Shirakahn’ın şarap kadehini bir kraliyet sembolü gibi kullanarak, Belgrad’ın kış soğuklarını bir tür mitolojik anlatıya dönüştürmesi, geceyi bir kraliyet romanına çevirmişti. 

Sıtkı’nın politik entelektüel sohbetlerinden uzak kalmayı tercih ediyordu. “Sıtkı, bu geziyi biraz daha eğlenceli yapalım, olur mu? Kral Charles’ın elini öpmüş adamım ben sonuçta. Belgrad’ın en iyi restoranlarını deneyelim. Sırbistan mutfağında ne var, görelim. Skadarlija bölgesine gidelim mesela. Bu bölge, Sırp bohem yaşam tarzının merkeziymiş. Kalemegdan Kalesi’ndeki gibi soğuktan götümüz büzüşerek sıradan zevkler tatmayalım. Sıtkı'nın, kalenin tarihi ve coğrafi konumu hakkında yaptığı derin analizleri ayrı tutuyorum. Knez Mihailova Caddesi boyunca yürürken yemek yüzünden ettiğimiz kavga bir daha yaşanmaz böylece.” cümleleriyle gurmelik havaları veriyor, telefonundan restoran aramaya devam ediyordu. Edilgen olmasına rağmen yaşı ilerledikçe rafine bir lider çıkmıştı içinden. Gerçi o konuda biraz betadır, o ayrı.

Tam bu esnada İngiltere’deki şatafatlı günlerini nostaljiyle andı. “Bu soğuk ve kar, İngiltere’nin şaraplarını aratıyor,” dedi. “Orada karlar daha yumuşak, şaraplar daha derin. Buradaki kar, daha sert, daha acımasız.” Bu sözleri, hem gururlu bir özlem hem de mizahi bir eleştiri içeriyordu. Sigara için tiril tiril bir tişörtle balkona çıkmış bir Jedi gibi dolaşırken, belki de aslında kışın sertliğini bir tür sınav olarak görüyordu. Matrix’in hayalini yaşarcasına içkisini karıştırırken, Belgrad’ın geçmişi hakkında düşündüğü belliydi.

 “Biliyor musun, Belgrad adeta Matrix’in bir parçası gibi. Geçmişin gri tonları içinde kaybolmuş gibiyiz. Neo’nun yerinde olmayı isterdim ama burada geçmişin prangaları bizi sıkıştırıyor. Çıkmak mı? Matrix’ten çıkmak burada bir hayal gibi. Her köşe, geçmişin gölgelerinde kaybolmuş. Burada, film kareleri arasında kaybolmuş bir Neo gibi hissediyorum.”

    İngiltere vatandaşlığı onun kariyer ve yaşamında bir düzey sağlarken, gurme zevkleri ve tartışma becerileri de gelişmiş; sosyal statüsünde birtakım yaman refleksler kazanmasını sağlamıştı. Özellikle tartışmalarda haklı olma eğilimi bariz ortada olurdu. Onun argümanları genellikle en doğrusuydu! Buna inanmış olması, toplumsal veya kişisel meselelerde baskın bir duruş sergilemesine katalizör oluyordu. 

    Sıtkı’nın solculuk idealizmi, politik hezeyanları, entelektüel takıntıları ve Shirakahn’ın monarşi özlemleri soğuk Belgrad gecesinde iyice keskinleşti. 

    Simpleks, içki şişeleri arasında matematiksel bir denklem bulmaya çalışıyordu. İnsana huzur veren bir sakinliği vardır hep. Her zamanki gibi Beşiktaş fanatiği olarak Guti formasını giymişti. “Beşiktaş’ı düşündüğümde, bir an olsun kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. Avrupa’da bile Beşiktaş’ı hissetmek, işte bu gerçek bir duygu!” 

    Bir kender olduğu için gurur kendisiyle hep gurur duyardı. Frp aleminin deli müdavimiydi. Beşiktaş kadar olmasa da, cüceli porno en sevdiği türdür. İroniyle durum komedisi yapmayı marifet edinmiş zeki bir Gimli'ydi. Nasıl sallıyorum belli değil.

“Bu gece, bir tür hesaplama yapıyoruz,” dedi. “İçki, sigara, kış ve soğuk hava… Bunlar, bir matematiksel formül oluşturuyor. Her şey bir denklem, Belgrad’ın içki denkleminde yaşıyoruz." Almanya'dan, İngiltere'den,  İstanbul'dan, Bursa'dan yola çıkan bu insanların Belgrad’a gelmelerinin matematiksel mantığını açıklamaya çalışıyordu. “Şehirler arası farklar gibi, içkiler de öyle. Burası farklı bir matematiksel denklem. Formüller burada işliyor, sıfırdan başlıyoruz.” 

    Simpleks, her içki şişesini ve sigara dumanını, birer matematiksel değişken olarak ele alıyordu. İçki şişelerinin arasında kaybolmuş, kışın soğuklarını bir tür matematiksel gerçeklikle harmanlıyordu. İçki şişeleri ve soğuk hava, bu geceyi bir bulmacaya dönüştürüyordu ama uzun sürmeyecekti bu hesaplamalar. İşin sonunu illa ki pornoya bağlayacaktı. Uzun yıllar boyunca çeşitli işlerde deneyim kazanmış ve sonunda teknoloji sektöründe önemli bir konum elde etmişti. Sakin tavrı ve bilgi birikimi, onun kişisel ve profesyonel yaşamında bir denge unsuruydu. Pornoya olan ilgisi ve eski deneyimleri, onun geçmişten getirdiği bir tür nostaljiyi ve toplumsal normların ötesinde bir bakış açısını temsil ediyordu sonuçta. Matematiksel bir titizlikle içkisini karıştırırken ve kafası tümden çorba olmuşken bir gözünü de bardağın kenarındaki lekede tuttu. “Matematik ve porno, birbirinden ne kadar uzak olabilir ki?” diye mırıldandı. 

“Bir formül, bir şortun ortasındaki boşluğu (Olmayanaergi'nin şortunun anındaki yırtığı işaret ederek) açıklayabilir. Geometri ne kadar şehvetli olursa olsun, son tahlilde kadın kadar haz verebilir mi?İstatistik diyorum size. Bir kadınla yatmak ve matematik formüllerinin çözümü arasında bir fark var mı? Sonuçta ikisi de aynı denklem." 

    Olmayanaergi, odanın köşesinde, kışın melankolisini içkiyle yudumluyordu. “Roma’daki gezim olmadı,” dedi. “Ama burası farklı. Bu ilk Avrupa gezim. Belgrad, bir romanın gerçekliği gibi. Bu soğuk atmosferde, hayatın tuhaflıklarını daha iyi görebiliyoruz."

Sanat tarihi üzerine derin bilgisiyle  Belgrad’ın tarihi yapılarını yorumluyor ve şehir hakkında bilgi veriyordu. “Bu şehir, bir zamanların sanat akımlarını hala yansıtıyor. Yani, her köşe başında, bir rönesans ruhu bulmak mümkün,” gibisinden laflar ediyor, gözleriyle ortamı kolaçan ediyordu.

    İçkisinden bir yudum daha alarak bulduğu boş bir anda lafa bir şekilde giriveriyor, arkadaşlarının öykülerini derinlemesine incelemeye başlıyordu. “Hayat bir araya gelmek zorunda, yoksa sadece içki ve yorgunluk kalır geriye,” diyerek bir tür ironik gerçeklik sunuyordu. Bu gece, bir tür edebi deneyim haline gelmişti. “Bir geceyi ölüme yaklaştığımız anlarda bile anlamak gerek. Japon filmleri ve İskoç viskisi arasında ya da matematik ve sanat arasındaki dengeyi bulmak, bir tür sanatsal geometri yaratmak gerçek bir tecrübe ve bu gece burada toplanmış olmamız...” Olmayanaergi’nin karmaşık düşünceleri, geceye romantizm çalarken, Belgrad’ın soğukları da bu deneyimi daha anlamlı kılıyor, her bir yudumda daha anlamlı hale geliyordu. "Mister No’nun çizgi romanlarındaki derinlik,” diyordu, “Avrupa’nın sanat dünyasını yansıtır nitelikte.” Olmayanaergi'nin bu lafını kendisinden başka duyan olmamıştı. Oysa sıkı bir audiophile olmakla övünürdü.

       Sediç, o geceye özel bir dokunuş kattı. İçki şişeleri arasında dolaşırken, kendini genellikle bir entelektüel olarak görse de, alkolün etkisi altında bazen düşkün bir hal alıyordu. Kaliteli bir havaya sahip olmasına rağmen, bu kış gecesinde biraz dağınık ve hüsran içinde görünüyordu. “Bu gece Belgrad’ın soğuklarından kaçışımız, aslında bir tür kaçış değil,” dedi, içki kadehini sallarken. “Medya dünyasında elde ettiğim başarının yanında, gerçeklerin ve insan ilişkilerinin karmaşasını burada daha iyi kavrayabiliyoruz. Şehirlerin arasında geçiş yapmak, bazen sadece bir alkol molası gibidir.” Sediç, Belgrad’ın soğuklarında bile medya dünyasının karmaşasını ve kişisel hüsranını derinlemesine sorguluyordu. Bir tür kalitesizlik ve elitizmin çatışmasını gözler önüne seriyordu hayıflanmaları. “Hayatın kalitesi, alkolün kalitesiyle değil, yaşadığımız anların derinliğiyle ölçülmeli,” diyordu. Bu düşünceler, Sediç’in geceye kattığı kalite ve düşkünlük arasındaki dengeyi yansıtıyordu.

    Sediç’in adı geçiyor geçmesine ama gerçekte o gece ekibin parçası değildi. Burada fiziksel olarak yoktu ama varlığı, hayalen bile, geceye bir eksiklik yerine bir tür derinlik katıyordu.  Onun gıyaben varlığı evin köşelerinde bir gölge gibi dolaşıyordu. Geçmişteki çapkınlıkları, alkol alışkanlıkları, 'Gençlerbirlikli' oluşu, halı saha maçlarındaki performansını ve medya sektöründeki hızla yükselişi ve hatta porno sektöründeki tartışmalı milli pornoculuk görüşlerinden bahsedip hakkında birtakım acımasız şakalar yapılıyordu. "Üstat" olarak kabul ettiği Aydemir Akbaş’a olan hayranlığı bile gündeme geldi. Bu, biraz da son anda ekibi satmasına kesilen cezaydı aslında.

“Sediç burada olsaydı, kesinlikle biralarını paylaşır ve hayatın zorluklarını alkışlardık,” dedi Sıtkı. Sediç hakkında konuşurken takındığı alaycı tavır, gecenin ruhuna bir parça mizah katıyordu. “Belgrad. Bu şehir, adeta Sediç’in eski kafası,” dedi Sıtkı, alaylı bir gülüşle, “Onun hakkında konuşmak, biraz mazide kalan porno filmleri tartışmak gibi. İçkileri iç, sonra kadınları unut." Ne dediğini kendisinden başka kimse anlamamıştı. Buna rağmen bir kez daha haydi şerefe diye kadehler kaldırıldı ve toplu bir gülüşme yaşandı. 

    Gece ilerledikçe konuşmalarımız, felsefi monologlara dönüştü. Sıtkı’nın kelime oyunları, içki şişeleri arasında yeni anlamlar yaratıyor, geceyi eğlenceli hale getiriyordu. “Bir kitap yazacak olsak, her sayfada bir içki şişesi ve bir sigara olmalı,” diyordu. İçki şişeleri ve sigara dumanı arasındaki bu edebi gerçeklik, geceyi unutulmaz kılıyordu. Shirakahn, Matrix’ten esinlenmiş bir kraliyet düşüncesiyle şehri gezdirirken, Belgrad’ı bir tür postmodern evren kurgusuna dönüştürüyordu. “Belgrad’ın soğukları, bir kraliyet hikayesi kadar etkileyici olabilir,” diyordu. “İçki ve sigaralar arasında bir kraliyet gecesi yaşıyoruz.” mırıldanmalarıyla her seferinde kadehini sıvazlıyordu.

    Simpleks matematiksel yorumlarına devam ederek bir tür bilimsel gerçeklik sunuyordu. “Bu gece, matematiksel bir denklem gibiyiz. Her şey, bir formülün parçası gibi,” diyordu. İçki şişeleri ve soğuk hava, bu geceyi bir matematiksel bulmacaya dönüştürüyordu. Simpleks’in formülleri behey de tey tey!

    

Hayat, Belgrad’ın yaşlı ve yüksek bir apartman katında bir çeşit absürt romanmışçasına, alkol ve sigaranın gölgesinde yazılıyordu. 

Tüm bu gerçekler, Zoran Zivkoviç'in imkansız karşılaşmalarına aşık atarcasına, adeta B Movie sekanslarıyla Belgrad gecelerine bir tür kara mizah olarak sinivermişti.

---.--




Yorumlar