Alo neredesin? Ben yerli kapısında sigara içiyorum, dedim.
Erken geldim
ben. Malum evlilikten kalma bir alışkanlık. Sırf bunu yenmek için çelik bilek
oldum, fantezi rıhtımına demir attım ama
hala müspet bir sonuç alamadım. Sen de gel hadi. Gir içeri oh bebeque, S platformuna
gel diye seslendi Sıtkı. Yıllar
sonra Sıtkı’yla yüz yüze görüşecektik.
Elleri nasır
tutmuş muydu acaba onca yıldır? Siktir et dedim. Zihnimi şimdi bunlarla
bulandıramazdım. Zamanı geldiğinde alkollü gecelerin ziplenmiş kafasıyla nasıl
olsa cevabımı alacaktım.
Öte yandan, S
bir şifre miydi? Sediç satışçısı çağrışım yaptı. Gaza getirip milleti
yollara, pardon havalara
düşürmüştü. Ulan adamı burada bile
anımsamıştım. Artık her türlü olası alicengiz oyununu önceden tahmin edeceğime
inanmışken, zeminde sergilemeye
müsait tilkiliğini atmosfer ötesi sınırlarda tatbik edeceği hiç aklıma gelmemişti. Ketenpereye
getirmişti yine beni.
Geceden beri
içim içime sığmamıştı. Sabah makul saatte uyanıp hafif bir sevişme
sonunda, hususimle terminalin yolunu
tutmuştum. Her şey yolunda giderse oradan iptidai bir otobüs
seyrüseferiyle gazlayıp İstanbul’a
akabinde kanatlı bir Sırp çeliğine adım atmayı ümit ediyordum.
Son bir
fırtla dış hatlar terminalinin yolunu
tuttum. Sıtkı karşımdaydı. Her zamanki
gibi gözleri de en az dudakları kadar senkronize gülüşüne, müstehzi bir
tebessümle karşılık verdim. Kafasının arkası benimki kadar açılmıştı. Ben
oraları kamufle etmeyi seçmiş, stil
kestirdiğim saçımı jöleyle formata sokma telaşındayken onun hiç umursamadığını gözlemledim.
Ufak bir geriye atma hareketi ile saçlarını
hem dağınık yapmış hem de arkadaki açıklığı siklemiyor havası vermişti.
Boşanmış 40+ erkek ve hala evli erkeğin
arasındaki farklardan biri bu demek ki dedim. Umursamamak. İşte
evliliğin altın maymuncuğu buydu.
Bekleme
salonunda dikiliyorduk. Bir müddet sonra sessizliği Sıtkı’nın şandel sorusu bozdu. Senin
boyun mu kısalmış lan dedi. Benim boyum kısaldı. Geçenlerde bir ölçeyim dedim
fark ettim. Bunlar normal şeyler biyolojik olarak bilirsin işte diye ekledi.
Lan ne boyu, ne kısalması diye çıkışmak istedim. Kaç yıldır görüşmedik ilk
cümlen bu mu olacaktı diye saydım içimden. Tekerli bagajının içinden sırt çantasını çıkardı. Tam
bir ihtiyatlı adam kompozisyonu yazıyordu adeta. Zaman içinde her anını, her adımını
planlayan emekli mali müşavir gibi hesapçı biri olup çıkmıştı.
Adam hayata dair akıp giden her şeye hakimdi adeta. Evliliğe hakimdi; denize, yelkene, sualtına, babalığa, uçaklara, vizelere, Sırbistan’a… İki dakikada Sırp varlığının dünya kronolojisi hakkındaki önemini kafama çakıp her türlü üstünlüğü eline alma gayesindeydi. Dersine iyi çalışmış gözüküyordu. Birkaç zamandır Belgrad hakkında edindiğim bilgiler onun beklemediğim anda saydırdığı cümlelerle çöp olup yitmişti. Yetmedi, özel ilgi alanım olan postapokaliptik işlerden girdi steampunk’tan çıktı. Balkan ülkelerine uyarladı. Tüm tuşlara aynı anda basmış beni çekinik hale getirmişti.
Burada sigara
içme kabinleri nerde acaba dedim. Sen görmeyeli ne çok sigara içer olmuşsun
dedi. Buradan da vuracaktı, belliydi. Zihnimi okuyor ve rutin bağımlılıklarımla
beni başka kollardan kelepçeliyordu.
Bak, ben sigara içmiyorum artık dedi. Klasik
ben sigara içmiyorum konulu yanıltmaçlı hipotezine girmeyeceksin yine değil mi
dedim. Sessiz kalmayı seçti. Olayı buydu Sıtkı’nın. Cephesinden gedik açılırsa
sallamaz gözükürdü. Biraz oturalım vakit geçsin diye beni münasip bir yere
çekti. Tam oturacağız derken, Abi ne olur ne olmaz biz gidip check-in işini
resmileştirelim. Koltukları götümüze bir oturtalım kaygısına çevirdi işi. Hakkını
vermeliyim ki bu çabası sonunda farklı koltuklarda uçmaktan yırttık. Tatlı ve
atılgan diliyle ilgili çalışanı ikna etmişti.
Böylece teknik, bürokratik tüm işleri yoluna koyduk. Belli
belirsiz bir sessizik içinde uçuş saatini beklemeye başladık. Sessiz kalmayı
seçmiştim sormadıkça konuşmuyordum. Eline daha fazla koz verip beni parmağında
oynatmasına izin vermemeliydim. Nihayetinde uçaktaydık.
Uçakta
kendimce gözlemler yapıyormuşçasına etrafa bakınıyordum. Anlaşılan o da fırsat
kolluyordu. Uçuş güvenlik anonsu sırasında sessizliğini bozdu. Yine bir gol
atmayı planlıyordu. Havacılık tarihi deneyimlerin sonucu yazılmıştır bro dedi. Ne
dediğini anlamadım hareketi yaptım. Şu camın önündeki güneşliği indirmeyi dene
dedi. Elimi attım, indirdim. E tabi daha güvenlik protokolü devreye girmedi
ondan indirebildin dedi. Normalde onu indiremezsin çünkü geçmişte bu güneşlik
indiğinde yolcular kanatlardaki alev almayı göremediği için büyük bir facia
yaşanmış…..
Sıtkı konuştukça
geriliyordum. Uçak düşmesinden ziyade, yükseklik korkum vardı. Adam sanki planlı
bir şekilde endişemi körüklüyordu. Üstelik, beklediğim taş gibi Slav hostesler
de yoktu. Olsa Sıtkı’yla göz teması bile kurmazdım; hostlar vardı. Host host
diye nice nicesine sarıldım şakası yaptım. Sıtkı bunu duymadı bile. Kendince bir
sonraki planını devreye nasıl sokacağını düşünüyor olmalıydı. Belki de silkemiyordu
beni. Ne de olsa, belirgin şekilde istediği sonuçları elde etmiş, üstünlüğü
eline almıştı. Planı takır takır işliyordu. Benimle canı istediğinde oynayan
kedi gibiydi.
Bir üst level’a geçmenin hazzıyla Amazon Kindle’ını çıkardı. Kendi halinde kitabını okuyan entelektüel bir gezgin gibi ortamdan bağımsız şekil şemail yapıyordu. Sanki plajdaydı. Biz bu uçuşların müdavimiyiz ol’m havasındaydı. Göz ucuyla onu izliyor, aşırı tiyatral snob’luğunu hafızama yazıyordum. Elbet bir şekilde boş anında enseleyecektim onu. Bekle sen Sıtkı, bekle. Bu artistliklerinin hesabını ödemeyeceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun kadim dostum.!
Yorumlar